5 Eylül 2022 Pazartesi

Bir derin nefes

Zaman işliyor,

vakit tamam.


Zihnimde yarım kalan tutsaklarım,

artık sadece talan.


Zaptını tuttuğum

ne varsa,

özgür bıraktım tam şu an.


Bilincim elimde bir kuş misali

varsa yoksa bekliyorum

ah hemen bir seyre uçsa...


Kalbim canımla bir olmuş

varsam, yaşıyorum; her mekan bana cihan.


Gönülden bakınca gözler görürmüş

meğer en gerçekmiş o an yaşanan.


Martılar söyledi

bunca nicedir farketmeden

akmış yol almış hepten zaman.


Bir rüyadan uyandım

yazmasam heba

ifadesiz her anım noksan, bağan.


Şimdi şafak söküyor, alacalı bir tan 

gökyüzünde aydınlanma misali beyaz ve gri duman.


Trenler peş peşe, sesi budur hayatın zilinin

Koşturuyor telaşla -oysa- bir nefes canıyla insan.


Durdum, gözümü kapadım;

elim kalbimde soruyorum "N'en var?"

cevabı art arda yine kendi sesim, yankılanan.


Sonra, "Yorgunluk" diyor susuyor

"porlu, tortulu dibim; yok hiç "öz"de derman,

ne desem de olur mu ki sana izan?"


Bunu duyan göz yaşı, akıyor sevinçle içime

"Nefes olurum belki" diyor 

"Ulaşırım kalbine, hazan olur yaran, 

kabuk bağlar kapanan; iyileşir her bir yüreğini karartan."


Ve "an"ların ustası kedim yanı başımda

Karşı çatıdaki martıyla bakışta

Bana bakınca atlıyor yere ahenkle, usulca

Dökülüyor o an gönlümden bir gülüş usluca.


Afacan, bulmuş buluşturmuş saklılardan yine

Koymuş önüme bir deniz kabuğu tersine

Aldım elime anılar zihnimde taze,

anımsıyorum İğneada'dan bu sade.


Dalıyorum renklerinde ton ton zarafetinin

Bir bakıyorum tersinde mesaj onca derin

Zümrüdü anka kanatlanmış içinde griliğin,

tüm beyazlığıyla emsali güzelliğin.


Anka dillendikçe büyülüyor perspektif

Yaz bunu kalbine değişiyor yaşamının tarif:

"Hayat sürdükçe her an bir keşif ki;

yolcuğu sonsuz yapan bu keyif, senindir bu motif."


Nakış gibi işlediğim ömrüm şimdi gözümün önünde

Kilitlerini çözdüm açıldı bileklerimdeki yek künde

Ayağa kalkıp yürümek vakti sabahken bu gün de

Dün geride kaldı, tortular aktı gitti; 

nefesim her damarımda, elim hafifleyen kalbimde...

14 Kasım 2020 Cumartesi

Hissizlik

 Zaman akmıyormuş gibi yaşıyorum adeta.

Kapakları açılsa tüm şehri su altında bırakacak bir baraj gibi hissediyorum. Derinliklerde zebra midyeler ve yosunlar kaplamış diplerimi. Ormanın ve gökyüzünün mavi ile yeşili birbirine karışmış bir ahenkle rengini veriyor suyumun yüzeyine; oysa ki kim bilir nelerin leşi var sularımda. Yok olan umutlarım, izi sürülmesin diye baraja atılmış ismi cismi bilinmeyen nice cesetler gibi adeta. Ve kararan inancımsa, doğaya asla karışamayacak plastik çöpler gibi. 

Arada bir rüzgar esiyor, yağmur yağıyor ve içi çalkalanıyor suyun; dipteki alüvyona dönmekte olan çamurumsu birikintiler içimi bulandırıyor sonra. Keşke kocaman kepçe ve fırçalarla gelseler de ne var ne yok toplasalar. 

Barajın keyifli manzarasını çıkaranlar efkarlı içkiciler var; oysa manzara aşığı keyifçi ziyaretçilerim olsa, güzelliğin kıymetini özel zevkleriyle kutsasalar. O zaman bu su hiç durmaz, belki. Yandaki ormanlara da yer altından faydam dokunur belki. 

Böyle çünkü, ölü toprağı birikmiş diplerde. Bu tortu, ah bu tortu. 

Kulakları sağır eden desibelde müziğin hiç bitmemesi gibi. 

Zamkla gözüme indirilmiş perdenin kaldırılmaya çalışırken irisimi yırtması gibi. 

Bedenimdeki derinin ameliyatla alınmaya çalışılması gibi; sanki tüm tozlar, bakteriler her şey yapışacak deri altındaki pembe yumuşacık etime ve asla ayıklanamayacak. 

Bir oda dolusu bulgurun ayıklanması için önüme konulması gibi. 

Boğazım yırtılana kadar konuşsam da anlaşılamayacakmışım gibi. 

Saatlerce betimleme ve benzetme yapsam da içimdekileri dökmeye yetmeyecek gibi. 

Yazmaktan parmaklarım kanasa bile yazmaya doyamayacakmışım gibi. 

Hissiz bir hiçlik içinde gibi. 

Nefesimi tutmuş şişerken atmosferin en tepelerine balon gibi savruluyormuşum gibi. 

Uzun uzun bakıyorum bu ara. Bir ufak heykelim var. Ona bakıyorum. Bir o zaman içim duruluyor. Zihnimde şefkat canlanıyor. Turuncu renkte. O zaman, gülümsüyorum. Akmayan zamanın nasıl aktığı gözümden film şeridi gibi geçiyor. Kapıyorum gözümü. Neye özlem duyuyorum, ne istiyorum anlamaya çalışıyorum. Zaman içimden akıp gidiyor o an. Özlem değil bu diyorum, tamamlanma hissimi geri istiyorum. Olabilecekken olmayan her şeye karşı savaş açıyorum. 



23 Temmuz 2018 Pazartesi

Manifesto


Birkaç gündür beynimin içi kazan gibi. Sürekli sorguluyorum. Cennet ve cehennem aslında hayatta diyorum. İnsan kendi cennet ve cehennemini kendi mi yaratır? Olabilir bazen. Bilmez neyin içinde olduğunu. O an zanneder ki bu olgu onun için çok iyi olacak çünkü çok istiyor ve bu onun için yeterli bir sebeptir. Oysa her istediğin hayırlı mıdır? Peki her hazırlıklı olduğun hayırlı mıdır?

Hayır, ikisi de hayırlı olmayabilir. İlla üzerinden zaman, deneyim, edinme yaşanması gerekecek olur ki idrak edebilsin; mutluluğu veya acı gerçeği. İnsan isterken hırs ve iradesizliğinin etkisi altındayken, her hazırlıklı olduğu durum da onu güzelliklere erişterecek diye bir şey yok. Bazen tam da ders almamız için gereken doğru zamanda muktedir oluruz o acının dozunu almaya. O zaman acıya da mutluluğa da, yeniliğe de rutine de, sabretmeye de sorgulamaya da bir denge içinde uyum sağlamak gerekmez mi?

Özetle kabulleniş. Her şey kendiliğinden gelişmeli, oluşmalı. Oldurmaya da oldurmamaya da çalışmak duygusal ziyandan öte değil. Önüne geçilemeyen tek şey olacakların ta kendisi. Bir kısım erken veya geç olsa da olacak olacaktır çünkü. Bu esnada nasıl bir duruş sergilediğimizse karakterimizdir. İşaretleri ne kadar algılayabildiğimiz manevi derinliğimiz. Ve bu işaretlerden nasıl anlamlar çıkarabildiğimiz de zekamız.

İnsanın en büyük rakibi kendisi aslında. Kaç tane kendimiz var içimizde peki? Olduğumuz, olduğumuzu sandığımız, olmak istediğimiz, olacağımız, başkalarının gözünde olduğumuz gibi gibi... Ne kadar gerçeğiz kendimize?

Kelebek Etkisi filminde olduğu gibi aslında. Meselenin özü basit. Her şey bir sebep sonuç ilişkisi içinde. Doğurgan ve üretken. Bu devinim içinde parçalardan biri oynarsa akış ne derece değişir? Çok beylik bir röportaj sorusu: “Elinizde bir sihirli değnek olsaydı, geçmişe dönüp ne değiştirirdiniz?” Şu an hemen acaba ne diye düşünmeye başladıysanız o zaman bilgelik için daha çok yolunuz var. Çünkü ancak içsel farkındalığına erişmiş, kendini gerçekleştirme çabalarına başlamış biri geçmişini ve anını olduğu gibi kabullenip kucaklamayı öğrenmiş ve edindiği her deneyimin, her hayat dokunuşunun, onun bugünkü erdemine sahip olmasında birer sebep olduğu için değiştirilemeyeck kadar değerli olduğunu kavrar. Filmde de olay şöyle gelişir; bir adam bugün olumsuz sonuçlanan olayları olumluya çevirmek için geçmişe gider ve olayların seyrini değiştirir. Halbuki ufacık bir dokunuş hiç tahmin edemeyeceği şekilde olayların seyrini değiştirir ve kendi dışında da bir çok kişinin akışına temas eder ve ortaya çok beklenmedik senaryo türevleri çıkar.

Milyonlarca titreşim ve frekansın yarattığı olasılıklar arasından her birimizin yaşadıkları tam da bu sebeple çok tekil ve şahsa münhasır. O kadar değerli ki alışageldiğimiz her türlü hareket. Günlük telaşlar, insani hırslar veya kodlanmış doneler yüzünden ne kadar özenli ve orjinal bir evren yapısı içindeyiz unutuyoruz. Aslında her soruna çözüm ve cevap evrende, doğada. Ne zaman ki doğaya daha çok yöneliriz, o zaman öze daha çok yaklaşırız. Ne zaman ki kendimizle baş başa yüzleşmeye vakit ayırırız, o kadar daha çok üst bilincimizi keşfederiz.

Sufizm merakında olduğum zamanlardan çok sevdiğim ve dile pelesenk edilmiş bir söz var: “Dengem bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden bilirsin altının üstünden daha iyi olmayacağını?” Doğru. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olmaz mı?. Herkes göremez, erişemez. Yani diyor ki; karşına çıkan değişimlere teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle birlikte aksın. Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda herkes için kimsenin bilmediği gizli bir patika vardır. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice güzellikler var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Dileğin gerçekleşmediğinde de sabret ve şükret ki evren sana daha hızlı aksın.

Sabır nedir? Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Tevekküldür. Hazmetmektir. Affetmektir.  Doğaya bak, her gece her gündüz bir sabır. Gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerek, sabır gerek. Bu süreçte de ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.  Bu konfor alanından çıkmaktır. Sancıdır. Ama bilirsin ki sancı çekilmeden doğum olmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. 

Eksikliklerini giderirken de tümlediğin ruhun, bedenin bir hiç olduğunu unutma. Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen bir hiç ol. İnsanın ağaçtan topraktan  farkı olmamalı. Koskocaman evren içinde bir hiç olduğunun bilinci seni mütevazı kılar. İnsanı ayakta tutan benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

Ve her insanın bir yoldaşı vardır, önce onu bul. Şu hayatta tek başına sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin. Aynadaki tezatlıklardan ürkme, insanın asıl tezatlıkları anlayıp içselleştirmek olgunlaştırır. 
Adı üstünde ya ama, yol ne kadar, yoldaşlık ne kadar sürer bilinmez. Hadi yol uzunsa bile yoldaşlığın yol boyu sürebilmesi için itina gerekir. Farkındalık, irade, cesaret bir de. Ayna bu ya neticede. Kırılır. Kırılırsa yansıması yoldan eder. Netlik gider, paramparça olur. Geriye kalan koca bir görüntü yığını olur, toplayamazsın. Bunun için ya aynayı korursun, ya çevresini. Ya dengeyle elden ele aynanı paylaşırsın yoldaşla. Ya da aynanın düşse bile kırılamayacağı yumuşak bir zemin hazırlarsın. 

“Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?’ diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

Hayat bu işte. Çokça sabır, çokça keşif, çokça denge.

1 Temmuz 2018 Pazar

Bana bi citrus gin tonic lütfen.

Otokontrolümü sağlayabilmem için kafamı dinlemeye ihtiyacım olduğunda kabuğuma çekilirim. Bu hem hissettiklerimin farkındağına ulaşabilip rotamı çizebilmek, hem de bu haletiruhiyede etrafımdakileri farketmeden kırmamak için. Uzaklaşmak iyi geliyor. Şartelleri kapatıp yabancı bir yerde olmak. Kendini sıfırdan programlamak gibi. Dalga sesleri eşliğinde tıpkı zihnime ve kalbime keşif yapmam gibi şu an.

Karışığım. Dağınığım. Parçalarımın ağırlığı neyle ilintili çözmeye çalışıyorum. Kabullenişe erdim. Olduğu gibi gelsin gerçekler. Ziyanı yok. Yaşadığım güzel zamanları deneyimlemek de bir şanstı.

Şu an sorguladığım kendi içim. Karmam iş başında ona eminim. Sebebini linkleyemiyorum henüz.

Bir çok kaynağı olabilir:

- İstediğimi elde etmem için inat edip oldurmaya çalışmak (Ki burada karmam bana şapka çıkarsın çünkü olsa güzel olacağına inandığım halde çok başarılı şekilde iradeliyim, oldurmaya çalışmıyorum. Üstelik bilinçaltı çalışmalarım işe yaramış olacak ki niyet olarak bile böyle bir istek içinde değilim. Olacaksa kendiliğinden gelişmesine dair isteğim o kadar baskın ki bunu her fark ettiğimde kendimle gurur duyuyorum geldiğim nokta için.)

- Kahramanlık rolüne girip içinde bulunduğu zor durumdan çıkarmaya çalışmak (Sevgili karma üzgünüm ama bu maddede de beni alt edemediniz. Birey olmanın en önemli temellerinden biri kendini sorumlu olmadığın olaylardan soyutlayabilmek ve kendinden salt sorumlu olduğun davranışa geçirebilmek. Bu anlamda izlediğim yolu şu ki; her ne yaşadıysa onun sorumluluğu, sorunu kendi çözmesi gereken bir şey, eğer o aşamada benim yanımda olmak isterse olabilir, paylaşmak isterse paylaşabilir; bana düşen dinleyip güç vermek ve yolunu kendi başına bulması için onu yüreklendirmek.)

- Onu tanımadan ona dair zihnimde bir karakter silüeti yaratıp içine onu yerleştirmek ve öyle biri olduğu sanısına kapılmak ( Kendimi bunu yapmak üzereyken bulup  hemen “Sen bir orada dur Yağmur!” diyebildiğim için de mutluyum. Onu olduğu gibi tanıyabilmek için -benim için konfor ve mutluluk alanımdan çıkmak anlamına geleceği için zor olsa da- kafasını toplaması gerektiğini konuşup onu kendi haline bırakmam bu başarımın hak edilmiş bir kanıtı.)

- Etraftakilerin hakkımızda ne düşüneceği (Aslında yaşadığım bu garip deneyimi başkasından dinlesem ön yargılı olabilirdim diyorum. Çünkü inanılması güç bir şeffaflık var. Genelde insanlar buna ihtimal vermek yerine inanmamayı tercih eder, çünkü hayat şimdiye kadar karşılarına onların masumiyeti kaybetmesine sebep olacak olaylar silsilesi yaşatmıştır çoğu zaman. Ancak bilgelik veya farkındalık boyutuna ulaşmış veya optimist bakış açısına sahip insanlar bunu anlayabilir. Hoş, kimseye anlatmaya çalışmak veya inandırmaya çalışmak gibi bir niyetim veya çabam olmaması kendi adıma ne çok yol katettiğimin bir kanıtı daha. Gerçi diğer yandan olur da bir gün bilseler bile, anlayamayacakları bir duygu durumu içinde olduğumuzu onlara kanıtlamaya da çalışmazdım sanırım. Kime ne ki. Bizim hayatımız, bizim tercihlerimiz. İnsanların bizi nasıl gördükleri, tamamen kendi algıları, altyapıları ve hayata bakış açılarını yansıtacak zira.)

- Geriye kaldı son madde. Yalın kabulleniş. İlk defa başıma geldiği için bunda acemiyim. Çünkü uyum boyutu beni ve şimdiye kadarki inanışlarımı aşar nitelikte. Bazen sen inansan da, içgüdülerinle emin olsan da, yaşamak istediğin şeylere hazır olsan da, karşındaki aynı hazırlıklı olma durumunda değilse sana kenara çekilmekten başka çare kalmıyormuş. Evet olaylara saf ve katıksız bir berraklıkla bakabilip, bakış açımın da doğruluğunu teyit ederek yol almak daha da acı veriyor çünkü her şey tam da düşündüğün şekilde ilerliyorsa olumlu olumsuz, devamını bilip o anı dondurmaya çalışmak her yiğidin harcı değil bence. En azından bu tutumum için bu sefer beni tebrik edebilirsin ya da en azından hakkımı verebilirsin ey karma:). Geri kalan kabulleniş kısmı içinse çabalıyorum.  Egodan, bencillikten sıyrılıp bu aşamaya geçmenin verdiği güçle çabalamaya çalışıyorum. Dayanağım kuvvetli neyseki.

Keşfime eriştim sanırım. Kafamı yazıdan kaldırıp etrafa bakıyorum. Direk aklıma gelen şu oluyor:

Hayat yansımam gibi sanki. Dün tüm gün beynimin içi "Tsunami"ye kapılmış gibi oradan oraya kayboluyordu dalga yığının içinde şiddetli bir kuvvetle ve hava sağanaktı, saatlerce bilmediğim bir ülkenin sokaklarında plaj şortu ve bikiniyle deli gibi bir sağanak altında ıslanarak yolumu bulmaya çalıştım sırılsıklam, deniz* inadına sakin ve her yağmur damlasını nasıl yuttuğunu kanıtlamaya çalışırcasına şeffaf ve heybetli (*deniz, ilgili bireye refere eder, mercanlarını deneyimleme şansına nail olamadığımız), plaj ıssız ve terkedilmiş ve yağmur hiç dinmemişti..

Şimdiyse pırıl pırıl bir güneş, altın kumlar, insanlar cıvıl cıvıl, deniz dalgalı; yaşadığını, çabaladığını kanıtlar ve bana “Akşam olacak durulacağım. Gel dal derinliklerime...” diye fısıldarcasına, kulağımda Ediz Hafızoğlu adeta masaj yapıyor ağır yükünün altında tutulmuş kaslarıma, “Balkansko”, “Bulut gelir”, “Uzaklarda”, “Girdik”, "Sabah" dinliyorum.

Yine sadece enerjimin ilgili frekansa ulaşıp huzur ve şefkat vermesini ümit ederek, denizi yerine playlistimin derinliklerinde dolanmaya başlıyorum. Müzik sadece tevekkülümü besleyen.

Çok şükür ki dinledikçe beni gülümseten şarkılarımla huzur dolabiliyorum. Yanında da portakal-lime-zencefilli cin tonik; enfes! Tam da içimdeki karmaşıklığa denk lezzet. İçtikçe ferahlamaya...

16 Haziran 2018 Cumartesi

“Birden geldin aklıma”


“Sen yağmuru çok seven küçücük şey,
Ben kendine geç kalan bir kadın.

Sen kalbime denk gelen küçücük şey,
Ben kendini aşk sanan bir adam.

Beni sevmesen de, görmesen de hayat sürerdi yine
Ama kendimi sevmezdim şimdiki kadar

Beni seçmesen de, yok desen de güneş doğardı yine
Ama gülmeyi bilmezdim şimdiki kadar

Birden geldin aklıma yakıverdin ışıkları
Hayret ettim kalbime bazen mutluluktan.”

Hiç önyargılı olmamak lazım aslında. Nötr olduğum Tuna Kiremitçi’nin bu şarkısı örneğin aldı çekti içine beni ve beynim kazanken bir bakmışım defalarca dinliyor ve dinledikçe hafifliyorum. Tıpkı senin kadar uyumlu olabileceğim biriyle tanışabileceğim umudu hiç yokken, öylesine katıldığım bir aktivitede seninle karşılaşıp  tamamen yabancı bir dünyanın nasıl da benimle aynı dünyaya sahip oluşuna şaşırdığım gibi.

Sınırları olmayan bir boşluktayım. Ruhumda kanatlarım var gibi. Nil’in dediği gibi: “Geldiğim gibi gidebilirim. Zincir yokki benim boynumda.” İlk defa sadece hissetmek için yaşayabiliyorum. Öylesine ferah öylesine keyif verici ki.

Sürekli duygu gelgitleri içindeyim. Aklıma düştüğünde yüzüm sebepsiz gülüyor, sonra gözümü kapıyorum ve ruhumda hissediyorum bana sarılışını, kalbim başlıyor atmaya yerinden fırlayacakmış gibi. Sonra hayalini kuruyorum; kalbinin kalbime denk gelişini kucağında, nefesim yumuşacık teninde ısınırken, sen saçlarımı koklamaya doyamazken... Derken gözlerime bakışın canlanıyor zihnimde, o şefkatli güven veren gülüşün ve huzura bırakıyorum kendimi. Tıpkı o an hissettiğim ılık ifade yerleşiyor yüzüme. Mutluluktan resmen şişiyormuş insan, ilk defa deneyimliyorum. Sanki altın vuruş gibi. Dozunu kaçırmamaya çalışıyorum. Duygular sürükleniyor bir kenara. Mantığım elinde uçan süpürgesi olan cadı gibi yerleşiyor gözümün önüne. Çok geçmeden irkiliyorum, bir film şeridi gibi konuşmalarımız çınlıyor kulağımda. Bana o derece açık oluşun. İçimden bir ses diyor ki herkesin hayatı kendi tercihlerinden oluşur. Senin o ana denk gelmen bir tesadüf, sizin henüz sebebini bilmediğiniz. Evrenin bir bildiği vardır diyorum. Yaşanacaksa yaşanacak. Tesadüfen az önce denk geldiğim cümleyi anımsıyorum: “Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorsak, belki de bulunmamız gereken yer hep orasıdır.”

Sonra yine dış ses geliyor ve başlıyor beynimde bir münazara sanki. İki tarafın da tez ve anti-tezleri o kadar kuvvetli ki kendimi beceriksiz bir moderatör gibi hissediyorum, kontrolden uzaklaştıkça. Kontrol de ne ki diyorum; ben kontrol altında olmak, kontrol altına almak veya kontrol altına girmek istemiyorum ki. Bu özgürlüğü hissedebilmek için onca uğraştım emek verdim kendime, şimdiyse hayat beni sınıyor sanırım diyorum.

Adını koyamadığım bir soğukluk hissediyorum derken sana. Ne gerek vardı, kapı aralıktı, açıktı. Merak olamaz sadece hissettiklerin. Senin doğana aykırı bu. Bu kadar mekanik biri değilsin. Niyeydi yine bu telaş? Sürekli kaçıyoruz birbirimizden, kendimizden. Hani akışta olacaktık? İletişimden kaçınca, aklımızdan da mı çıkmış oluyoruz şimdi. Ben bu derece yoğun hissedebiliyorsam, sen ne hissediyorsun acaba diye merak ediyorum bir yandan. Zira nasıl inatla aldın bu safta yerini. Oysa şimdi içimden gelince sana erişemiyorum, ne mana!

İlk başta seni hiç tanımadan içini, olacakları görebildiğim gibi şimdi de görüyorum bazı şeyleri. Ama diyemiyorum, dememeliyim. İkilemlerle dolu zihnim. İhtimaller. Aslında cevap denge. Biliyoruz ikimiz de, dengeyi kurabilsen tüm bu güzellikleri yaşayabileceğiz ama olay zaten mantığın ve duyguların arasında denge kuramayışın. Diğer yandan diyorum ki, akışta kalamıyorsa vadettiğim bu özgürlüğün layığını verecek misin acaba?

İlk defa doğrunun tek olmadığı gerçeğini bu kadar iliklerime kadar hissediyorum. İşin garibi kendim mutlu olabileceğim şekilde bencil davranamıyorum. O kadar masum o kadar saf bir duygu ki sana hissettiğim, sen nasıl mutlu olacaksan, için nasıl rahat edecekse öyle karar verebilmen için geri çekiyorum kendimi. Oysa içim nasıl coşkulu, tek istediğim bu yüksekliği seninle paylaşmak, çılgınlar gibi eğlenmek, müzik yapmak, saatlerce birlikte gülmek, gecenin bir yarısı birlikte koşmak, denize atlamak, dağlara çıkıp doğayla bir olmak, toprağın kokusunu birlikte hissetmek, yıldızlardan hayaller kurmak, yeni yerler ülkeler keşfetmek,  ruhumuzu doyuracak ne varsa yapmak. Çok şey mi istiyorum? Sadece önünü ardını düşünmeden mutlu olmak istiyorum, mutlu etmek.

Nedense yine duruyorum birden. O soğuk dalga yeniden vuruyor yüzüme. Ben ve sen olmaktan çıkıp üçüncü bir göz gibi bakmaya başlıyorum. Yaşadın hadi diyorum. Ne olacak? O özgürleşemiyor, cesaret edemiyor çünkü henüz yabancı kendindeki bu hale. Öncelikleri başka, korkuları farklı. Onun için en büyük cesaret özgür olabilmeye çalışmak ve özgürlük de anda kalmak, oysa senin için akışına kaptırmak, deneyimleyerek yol almak birlikte. Belki de onun kendini keşfi için bir araçsın diyorum sonra. O yüzden anda kalmak istiyor bilinçaltı. Çünkü bir anda varsın, sonraki anda yoksun. Puff uçtun gittin kuş gibi. Zahmetsiz. O an, ruhumun yere göğe sığamadığı kocaman özgürlük hissi yerini kafese girmiş bir kuşun ürkekliğine bırakıyor. Kaçarak uzaklaşmak istiyorum ondan. Yaşanmamış saymak, ama yapamıyorum. O kadar gerçek ki, o kadar beni tamamlayan ki. Görünmeye çalıştığı o mekanik insan değil biliyorum. Yine mutluluktan bir gülümse yerleşiyor yüzüme, bu sefer coşkuyla değil, özlemle tutkuyla yanımda olmasını istercesine, olmayacağını bilerek.
O kadar belli ki duygularından mantığı yüzünden kaçmaya çalışması. Yardım etmek istiyorum ama biliyorum ki yardımım ona yanlış olur, kendi kendine bu sınavın içinden çıkmayı öğrenmeli. Bu sınav onu güçlendirecek, sonucu ne olursa olsun. Şu an alışkanlığının hırsıyla fırtınaya karşı dikiliyor inatla, aslan edasıyla. Eğer olmuyorsa oldurmaya çalışmamak gerektiğinde değil henüz. O yüzden o suda boğulmak yerine suyun akışına bırakmayı öğretiyor şu an belki de hayat. Ve bu acılı olacak. Doğası öyle öğrenmenin.

O şu an yağmurun rüzgarından korkuyor oysa korkulacak bir şey değil. Bazen de rüzgara kapılmak gerekir. Bilemezsin belki de seni doğru yere savurur bu sefer. Bunu görüyor aslında ama kabullenemiyor. Çok normal. Çözüm arayışları içinde.
Bana düşense bir kenarda izlemek. Ne zamana kadar ve ne hislerle bilmiyorum. Tek bildiğim tevekkül kazanıyorum. Ve yeni hisleri deneyimlemenin zenginliğini ruhumda. Daha da olgunlaşıyorum. Kısa da olsa yaşanmış güzellikler bir yana, yüzüme yerleşen bu mutlu gülümseme ve tevekküle ulaşma yardımı için bile teşekkür borçluyum. (16.06.2018)



11 Haziran 2018 Pazartesi

5. mevsim

İçimde değişik bir dünya var bu ara. Borsadan ve dolardan bile hallice çalkantılı. Vücudumun kimyası resetlendi, duygularımın tasarrufu, dengemin ekonomisi değer kaybediyor sanki. Sesim sürekli detone, yeniden aralıksız şarkı söylemekten.

Bilmediğim bir boşlukta yüzüyorum. Uçmuyorum evet; ama yüzüyorum. Daha derine dalıp dibindeki mercanlara ulaşmak istercesine denizin. Kimsenin o denizde olduğunu bilmediği o rengarenk mercanlara. Kim bilir nasıl zengin bir dünyası var. Sanki o mercanların arasında sonunda bir deniz kızına dönüşecekmişim gibi. Ve denizkızı dokununca o mercanlar da binbir renkle gökyüzüne renk vermeye başlayacak gibi. Dünyayı evirecek bu sefer. Deniz gökten değil, gök denizden renk almaya başlayacak gibi. Sanki hem karada hem de denizde, farklı soyutluktaki iki dünyada farklı mutluluklar tattıracakmış gibi. Ve bu mutluluktan, bu uyumdan, bu ruhsal seyahatten sonunda ardımızda bırakmayı hayal ettiğimiz eserler çıkacakmış gibi. Sanki bu birleşim, bu bütünsellikle nihai üretkenliğimize bizi kavuşturacakmış gibi. Kendini gerçekleştirme yolunda, o bir kenarda bekleyen atalet yok olacak ve içimizde o dinmeyen ifadeler, ezgiler, dokular bir ürüne dönüşecek ve bu özgürlük daha da bizi kenetleyecek gibi. Birbirinin tamamlayanı olmak gibi. Sonsuz şefkatin kucağında gibi. Tüm sinir uçlarını katledecek bir enerjiyle. İki bedenden tek beyin tek ruh olma hissiyatı gibi ekstrem bir duru görü canlanıyor zihnimde. Sanki birbirimizdeki en iyi yönleri kendiliğinden ortaya çıkaracak güçte bir şey gibi. Birbirinden beslenerek daha da güçlenecek gibi. Kendi derinliğime bir uyanış gibi bu. Tüm beklentilerden, anlamlandırmalardan arınmış rafine bir haz.

İçinde köpek balıkları gördüğüm bu deniz, şimdi yeni bir keşif gibi. Meğer ekosistemini korumak için çizgi filmlerdeki gibi sadece köpek balığı maskesi gösteriyormuş yüzeyinde, amacı aynı bir ayçiçeği tarlasındaki korkuluk alt metinli. Geçiş süreçlerinin simülasyonu sanki bunlar. Çünkü diğer yandan medcezirleri var bana "Geri çekil" diye seslenen. "Durulacak sular elbet. Kumlar parlayacak. Çakıl taşları kenarlara sürüklenip sana yol olacak mevsimin gelince. Eğer gelirse." Meraktayım öyle bir mevsim var mı, bu mevsim hangisi? Öyle 4 mevsimin sıradanlığında değil. 5. bir mevsim var sanki bunların ardında. Bu derinliğe o yakışır. Meraktayım. Dingin bir gözlem hevesiyle. Sakinliğimle ve özgürlüğümle akıştayım.

5. mevsim bu denizde mi değil mi bilmiyorum. Bu deniz bulanık, yosun tutmuş. Deli bir yağmur, bir fırtına gerekli süpürüp götürmek için tüm tortuları. Önce o şimşek yaralarını içine alıp, ışığını acıyla hissedip, rengini bulmaya ve ögürlüğüne kavuşmaya gönüllü olması lazım denizin. Deniz coşacak, kabaracak, durulacak. Sonra ardında belki de 5. mevsim, bilemiyorum. Ancak biliyorum ki; -kıyısına gelmeme tesadüf etme sebebi nereye çıkar bilmesem de- bu deniz,  her ne olduğunu yine bilmediğim bu 5. mevsimin, böyle bir olgunun var olabileceğini algılamama sebep güzellikte.

Bu huzurla doluyorum ve hazırım 5. mevsimin doğuşunu bekliyorum. Bu denizde ya da değil. Tek bildiğim, yeniden hayata umutla bakıyorum.

20 Eylül 2017 Çarşamba

Pasifteyim

Her şeyi bırakıyorum. Çaba göstermeyi, aramayı, oldurmaya çalışmayı. Her şeyi kendi doğal akışına bırakıyorum.  Taşınma, ilişki her ne ise. İçime dönüyorum. Kendimi dinliyorum. Her şey olacağına varacak. İsteyen gelir, konuşur, oldurur. Doğru zamansa istediğim evi de bulmam için hayat beni yönlendirir. Çok güzel giden şeylerin son anda güzellikten çıkıp olumsuza dönmesinin muhakkak bir sebebi var henüz bilmediğim. Evet, odaklanmıştım; tertemiz bir hayata başlamak, yeni heyecan, yeni ortam, yeni ruh hali belki bana çok iyi gelecek diyordum. Ancak elimden bir şey gelmediğinde, kendimi yıpratmak yerine dinginliği tercih ediyorum. Umarım bu süre çok uzun sürmez. Aslında bana iyi gelen bir kişi var, eminim o gelse çok daha güzel olacak. Ama bu düzensizlikte ben kendimi toplayamıyorsam ondan da yaşadığı bu düzensizliği içinde bunu beklemem adil olmaz diyerek sessiz kalıyorum. Umuyorum bu olgunluğum isteksizlik olarak algılanmıyordur. Umuyorum hissettiğim bu yoğun duygu ve enerji ona uzakta da olsa ulaşıyordur. O da hissediyordur aynı şefkati ve güveni. Hayat, bildiğin gibi gel şimdi. Ben devreden çıkıyorum, kenara çekiliyorum.